Almanya basınında geçen hafta: ‘Atina, Kahire olacak’

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, federal hükümetin tavsiyesi üzerine bir sonraki federal meclis seçimlerinin 28 Eylül 2025 tarihinde yapılacağını açıkladı. Doğu eyaletleri Saksonya ve Thüringen’de 1 Eylül’de, Brandenburg’da 22 Eylül’de düzenlenecek eyalet seçimleri yaklaşırken, yapılan son kamuoyu yoklamalarına göre, Almanya halkının çoğu hiçbir partinin halkın sorunlarını çözemeyeceğine inanıyor. Basına yansıyan haberlere göre de Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve liberal Hür Demokratik Parti’den (FDP) oluşan ‘trafik ışığı’ koalisyon hükümetini bir arada tutan belki de tek etmen seçmelerden, yani olası bir erken seçimin sonucundan duyulan korku olarak öne çıkıyor.

Almanya’nın, özellikle de ülkedeki Türkiyeli toplumunun hafızasında 1993 yılındaki ırkçı saldırı ile yer edinen Solingen kentinde, 23 Ağustos Cuma akşamı ‘Çeşitlilik Festivali’nde düzenlenen bıçaklı saldırıda üç kişi hayatını kaybetti, beşi ağır olmak üzere sekiz kişi yaralandı. Şüpheli, olayın ertesi günü yakalanırken, saldırıyı IŞİD üstlendi. Kuzey Ren Vestfalya’nın Hıristiyan Demokrat Partili (CDU) Başbakanı Hendrik Wüst, saldırının Almanya’yı ‘kalbinden vurduğunu’ söylerken, Almanya basınına yansıyan haberlerde şüphelinin geçen yıl ülkeden sınır dışı edilmesi gerektiği bilgisine yer verildi. Siyasi partilerden ise bir kez daha ‘daha sert bir göç politikası’ ve ‘bıçak yasağı’ çağrısı geldi.

Komşu Yunanistan’ın başkenti Atina’daki orman yangınlarının etkilerinden Almanya halkının ‘çoğunluğun diktatörlüğüne olan özlemine’ geçtiğimiz hafta Almanya basınına yansıyan haber ve yorumlardan öne çıkan bazıları şöyleydi.

‘KOALİSYONU BİR ARADA TUTAN TEK ŞEY SEÇMEN KORKUSU’

Uzaktan bakıldığında en azından kağıt üstünde ‘üç benzemez’ olduğu yorumu yapılabilecek üç partinin kurduğu ‘trafik ışığı’ koalisyonu, iktidarda olduğu yaklaşık 3 sene boyunca ekonomi politikalarından dış politikaya kadar pek çok alanda eleştirildi, eleştirilmeye devam ediyor. Haftalık siyaset dergisi Der Spiegel, FDP lideri ve Maliye Bakanı’na işaret ederek, “Christian Lindner kendisini Gandalf ile kıyasladığında” başlığını kullandığı analizinde, Yeşiller Partili Ekonomi ve İklimi Koruma Bakanı Robert Habeck ile SPD’li Başbakan Olaf Scholz’a da atıfla, “Habeck ve Lindner’in birbirlerine söyleyecek başka bir şeyi yok; Scholz ise kendi koalisyonu hakkında şakalar yapıyor. Trafik ışığını bir arada tutan tek şey seçmenlerden duyulan korku. Peki bu, Almanya için ne anlama geliyor?” diye sordu. Üç ismin 2025 bütçesi konusunda çıkmazda olduğuna işaret edilen analizde, üç siyasetçinin konuyla ilgili görüşmelerine sessizliğin hakim olduğu gözlemi paylaşıldı. Cuma akşamı sonunda bir mutabakata varılmış olsa da bu sefer de üç isim ortak bir açıklama yapmadı.

“Bu bir çözülmenin hikayesi” denilen analizde, şu değerlendirmeye yer verildi: “Yakın zaman içinde yeni bir seçim olsaydı, trafik ışığı koalisyon ortaklarının üçünün de seçmenlerden korkmak için sebebi olurdu. SPD, dört yıl sonra neredeyse kesin bir şekilde başbakanlığı yeniden kaybeder, Yeşiller muhtemelen kendi çıkarlarını gözeten hırslı bir parti boyutuna geri döner, FDP ise federal meclisin dışında kalabilirdi. Görünüşe göre, trafik ışığı bu durumda böyle devam etmenin daha iyi olduğunu düşünüyor. Devam edin ve gizlice umut edin ki hükümeti bir araya getirecek, hatta dönüp geriye bakıldığında yaşanan her şeye rağmen onu oldukça idare edilebilir gösterecek bir şeyler olsun. Daha sonra kararlılıkla çözülebilecek bir petrol krizi… Ya da Donald Trump’ın yeniden seçilmesi…” (23 Ağustos)

ANKET: YÜZDE 53, SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNDE HİÇBİR PARTİYE GÜVENMİYOR

Almanya basınına yansıyan son kamuoyu yoklamalarına göre, bu üç koalisyon partisi olası bir seçimin sonuçlarından, yani aslında seçmenlerden korkmakta çok da haksız değil. Focus dergisinin aktardığına göre, ‘RTL/ntv Trendbarometer’ anketinin sonuçları, başbakan doğrudan halk tarafından seçilebilseydi seçmenlerin yüzde 26’sının oyunu Scholz’dan yana, bir diğer yüzde 26’sının ise ana muhalefet CDU lideri Friedrich Merz’den yana kullanacağını ortaya koydu. Ankete katılan kişilere ülkenin sorunlarını hangi siyasi partinin çözebileceği sorusu da yöneltildi. Katılımcıların yüzde 20’si bu soruya kardeş partiler ‘CDU/CSU’ cevabını verirken, SPD’nin oyu yüzde 8’de, Yeşiller ve faşist Almanya için Alternatif’in (AfD) oyu yüzde 6’da, FDP’nin oyu ise yüzde 2’de kaldı. Seçmenlerin yüzde 53’ü Almanya’daki hiçbir partinin ülkedeki sorunlara çözüm bulamayacağı görüşünü dile getirdi. (20 Ağustos)

‘OTORİTER BİR DEVLETE DUYULAN TEHLİKELİ ÖZLEM’

Almanya’da son dönemde yapılan anketlerin ortaya koyduğu bir diğer durum ise gelecek ay üç doğu eyaletinde yapılacak seçimlerde faşist AfD’nin favori konumunda olması. Tarihçi Ilko-Sascha Kowalczuk, “Otoriter bir devlete duyulan tehlikeli özlem” başlıklı makalesinde, “Almanya’nın doğusundaki vatandaşların üçte ikisi, aşırılıkçılara oy verebileceğini düşünüyor, pek çok kişi ise ‘çoğunluğun iktidarında’ yaşamak istiyor” gözlemini paylaşarak ‘toplumun merkezinin kaybolmasının bir açıklamasının olduğunu’ yazdı.

“Bu sadece AfD ve Sahra Wagenknecht Birliği (BSW) ile ilgili değil; hayır, bu, çok daha güçlü sosyopolitik bir ana akımla alakalı: Otoriter bir devlet yapısı, homojen bir toplum ve azınlıkların hak ve taleplerinin hiçbir rol oynamadığı ‘çoğunluğun diktatörlüğü’…” diyen tarihçi, eski Doğu Almanya’ya işaret ederek “Komünist diktatörlükten gelen insanların çoğu devlet ile toplum arasındaki farktan habersizdi” ifadelerini kullandı. Kowalczuk, konuya ilişkin olarak “Bugün Doğu’da devlete karşı büyük bir şüpheciliğin yaygınlaştığına şahit olunuyorsa, bu kesinlikle yeni bir bulgu değil. 1990 yılından bu yana Doğu’da güçlü bir devlet çağrısının çoğunluk tarafından desteklendiği görülüyor. Pek çok kişi hâlâ devletin yerine getirmesi gereken toplumsal ve sivil toplum görevleri olduğunu varsayıyor” gözlemini paylaştı. Tarihçi, sözlerini şöyle sürdürdü:

“(Berlin) duvarının yıkılmasından 35 yıl sonra dünyamız, Avrupa’mız ve Almanya’mız değişti. Böylesine hızlı değişim ve gelişmeleri kimse tahmin edemezdi. Dijital devrim tüm dünyayı büyük zorluklarla karşı karşıya bırakıyor. Dünya çapında sadece dönüşüm yorgunluğunu değil, aynı zamanda dönüşüm bunalmasını da deneyimliyoruz. Böyle bir durumda pek çok kişi güvenlik arayışına giriyor. Geçmişten daha fazla güvenlik sağlayan bir şey var mı? Geriye dönüp baktığınızda işlerin nasıl ‘gittiğini’ ve nasıl hareket etmeniz gerektiğini tam olarak biliyorsunuz. Popülistler bunun üzerine inşa ederek ‘altın’ geçmişi anımsatan bir gelecek vaat ediyor.” (Der Spiegel, 21 Ağustos)

SOLİNGEN SALDIRISI SONRASI GÖÇ VE BIÇAK YASAĞI TARTIŞMASI

Solingen kentinde cuma akşamı düzenlenen ve Der Spiegel dergisinin haberine göre Suriyeli Issa Al H. isimli bir Suriye vatandaşının gerçekleştirdiği bıçaklı saldırı, İngiltere gibi ülkelerde de yabancı ve göçmen düşmanlığının arttığı bir dönemde Almanya’da göç ve sığınma politikasını bir kez daha gündeme getirdi. SPD Eş Genel Başkanı Saskia Esken, şüphelinin gözaltına alınmasının ardından Rheinische Post gazetesine verdiği demeçte, suç faillerinin sınır dışı edilmesini talep etti. Esken, “Şimdi olması gereken, suçluların ve İslamcı tehditlerin Suriye ve Afganistan da dahil olmak üzere tutarlı bir şekilde sınır dışı edilmesidir” değerlendirmesinde bulundu. Almanya gibi ‘açık bir toplumda mutlak güvenlik diye bir şey olmadığını’ savunan Esken, federal başbakanların bıçak yasaklarını uygulamaya koyabileceğini ve olaylar özelinde video izleme yapılabileceğini söyledi. Göç politikasının sıkılaştırılmasının yanı sıra bıçak kullanımına yönelik bir kısıtlama ve yaptırım talebi de CDU’dan geldi. CDU’lu siyasetçi Thorsten Frei, trafik ışığı hükümetine seslenerek “Federal hükümet her zaman doğru yolu kamuoyu önünde tartışmak yerine harekete geçmeli” diye konuştu. “Federal İçişleri Bakanı ve Federal Adalet Bakanı artık genç erkekler arasında artan bıçaklı şiddetle nasıl etkili bir şekilde mücadele etmek istediklerine dair uygulanabilir bir konsept sunmalı” diyen Frei, bunun bıçak yasağını da içerebileceğini anlattı. (25 Ağustos)

ATİNA’DAKİ YANGINLAR KENT YAŞAMI VE İKLİM İÇİN NE ANLAMA GELİYOR?

Almanya’nın Die Tageszeitung (taz) gazetesi, geçtiğimiz hafta komşu Yunanistan’ın başkenti Atina’da yaşanan ve Başbakan Kiryakos Miçotakis’e yönelik ‘istifa’ çağrılarını beraberinde getiren orman yangınını da mercek altına aldı. Uzman Alexandros Dimitrakopoulos, “Atina Kahire olacak” başlığıyla yayınlanan söyleşide, yangın için “Bu, Yunanlar için bir şok” diye konuştu. Atina’da o dönemde yangın çıkma riskinin 5 üzerinden 4 olduğu bilgisini veren Dimitrakopoulos, yangınlara müdahalenin yeterli olmadığını belirterek şöyle konuştu: “Hayır, sonuçlara baktığınızda yeterli değildi. Burada itfaiye güçlerinin ne kadar etkin olduğu sorusu ortaya çıkıyor. Bu, yangınlarla mücadele ederken yaptıkları somut işle, itfaiye ekipmanlarını kullanımlarıyla ve yangın söndürme planlarının ne kadar etkili olduğuyla alakalı: Kısacası bu, kaç kişinin yangın söndürme çalışmalarına katıldığı ya da bunun için kullanılan malzeme meselesi değil; buradaki mesele bunları nasıl kullandığınız.”

Dimitrakopoulos, Atina’da çok az yeşil alan ve park olduğu hatırlatılarak sorulan “Bölgenin akciğerlerinde yanan alanlar başkentin iklimi ve yaşamı açısından ne anlama geliyor?” sorusunu ise şöyle yanıtladı: “Kısa vadede, bir ila iki hafta boyunca, havada asılı partiküller PM 10 ve PM 2,5’in yanı sıra ozon miktarında da artış beklenebilir. Bu da solunum sorunlarına yol açar. Orta vadede ormanların yok edilmesi, şehir içinde mikro iklimin en az 1,5 ila 2 derece ısınmasına neden olacak. Yazlar daha da kurak geçecek. Sıcak hava dalgalarında sıcaklıklar 39 derece civarında olacak. Atina, Kahire olacak! Uzun vadede ormanların yakılması nedeniyle atmosferdeki karbondioksit miktarının artması sonucu ‘sera etkisi’ ve iklim değişikliği artacak. Bunun turizme de yansımasının olması kaçınılmaz.” (19 Ağustos)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir